Göç olgusu, insanlık tarihi boyunca süreklilik sergileyen bir nüfus hareketidir.
Göç kararı alan insanlar çoğunlukla refah düzeyinin yüksek olduğu gelişmiş bölgelere yönelme eğiliminde olmuştur.
Son yıllarda Ortadoğu ülkelerinde yaşanan siyasi ve ekonomik krizler, bölgede artan güvenlik ve yaşam riski, sürekli savaş ve iç çatışma hali, gelecek korkusu insanları göç etmeye mecbur bırakmıştır, mülteci göçünü tetiklemiştir.
Toplumsal bir hareket olarak nitelenecek olan bu olay dolayısı ile Türkiye ve gelişmiş Avrupa ülkelerine yönelmiş durumdadır. Kitlesel olarak segilenen bu durum Avrupa Birliği (AB) olmak üzere çok sayıda ülkenin öncelikli gündem konusu olmuştur. Ancak görülüyor ki, global anlamda bu çalışmada, AB’nin düzensiz göçle mücadele için bölge ülkeleriyle ürettiği ortak politikalar düzensiz göç sorununu çözmekten uzak görünmekte olup, bundan en fazla etkilenen ülke Türkiyedir.
Türkiye, sayıları milyonları bulan Suriyeli sığınmacılara kapılarını açmış, söz konusu sığınmacıların ihtiyaçlarını karşılamak üzere ciddi bir mali kaynak ayırmıştır.
Böylece Türkiye’ye kabul edilen Suriyeliler kısa zamanda Türkiye’nin sosyal ve ekonomik sorunu haline gelmiştir.
Bununla birlikte bir umut kapısı haline gelen Türkiye; Afganistan, Keşmir ve Bangladeş gibi can ve mal güvenliği sağlanamayan ülkelerin cazibe merkezi durumuna gelmelerine neden olup, Afganistan'ın işgali sonrasında İran ve Pakistan'ın sığınmacılara yönelik sert tutumları nedeniyle Türkiye'ye ve Avrupa'ya yönelik mülteci akını hızlanmıştır.
Fırsatçıların insan kaçakçılarının ve illegal örgütlerin iştahını kabartan illegal bir gelir kapısı haline gelmesi sebebiyle başta Afganistan, Tacikistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Pakistan, Bangladeş ve İranlıların da akınına sebep olmaktadır.
Göçmenler Türkiye'yi hem transit geçiş hem de hedef ülke olarak görmektedir. Türkiye'nin ekonomik açıdan ilişkileri geliştirilmiş ve uygulanan açık kapı politikası, Türkiyenin dünyada en fazla mülteciyi barındıran ülke konumuna getirmiştir.
Avrupa Birliği'nin sınırları büyük ölçüde mültecilere kapatması nedeniyle, mültecilerin sayısı artmakta ve Türkiye'ye olan maliyeti yükselmektedir.
Bu sayede alınacak daha fazla göçmenin Türkiye'de toplumsal, ekonomik ve siyasal iç karışıklıklara neden olma ihtimali göz önüne alınarak kalıcı önlemler ile çözümlenmesi gerekmektedir.
Ağustos 2023 itibarıyla Türkiye'de 'geçici koruma' statüsündeki Suriyeli sayısı resmi rakamlara göre yaklaşık 3 milyon 300 bin kişi olup, bu durum Türkiye'yi dünyada en çok mülteciye ev sahipliği yapan ülke konumuna getirmektedir.
İçişleri Bakanlığının 15 Nisan 2023 tarihinde ki açıklamasına göre 230 bin 998 Suriyeliye Türk vatandaşlığı verildiği belirtilmiştir.
Bu kişilerin 130 bin 914'ü reşit, 100 bin 84'ü ise çocuktur. Kayıtsız olanların sayısının ne olduğu meçhuldür.
Bununla birlikte, Türkiye'de doğan ve ana ve babasından dolayı herhangi bir ülkenin vatandaşlığını kazanamayan çocuk, doğum nedeni ile Türk vatandaşlığına kabul edilmekte, ilerleyen zaman içinde de yüksek ihtimalle yaralama, hırsızlık, kapkaç, kasten öldürme, şüpheli ölüm, tehdit, fuhuş, küçük yaşta ilişki, hürriyetten yoksun bırakma, çocuk istismarı, cinsel taciz gibi olayların içinde yer alarak, toplumsal huzuru bozma konusunda aktif rol oynamaktadır.
Türkiye'deki Suriyelilerin adli vakalara karışma oranını ayrıca değerlendirilmesi gerektiğini de göz ardı edemeyeceğimiz gerçekler arasındadır.
Bununla birlikte Osmanlıdan bu yana her daim mazlumun yanında olan milletimiz elbette yardım isteyenin yanında duracaktır. Bu bizim örfümüz ananemiz ve inancımızdır; ancak devletler arasında hatır, gönül dost ahbap ilişkisi ile yönetim olamayacağı, ülkeler arasında milletin ve vatanın menfaatleri doğrultusunda yönetinin asli görevimiz olduğunu, Türkiye Cumhuriyetinde yaklaşık 39 etnik köken ve kültürden gelen türk vatandaşlarının haklarını ön planda tutarak, bu konuya kalıcı ve acil çözüm bulunması gerektiğini düşünüyorum.
Yorum Yazın